İnternet son yıllarda hayatlarımızın pek çok alanına girmeyi başardı ve girdiği her bir alanda da pek çok şeyin değişmesini sağladı. Güncel sanatta bilgisayar kullanılmasına alışmış olan sanatseverlerin internetin yakın gelecekte sanatın paylaşımı ve sergilenişi açısından önemli bir yer tutacağını öngörmeleri hiç de zor olmamıştı, fakat sanal ortamın yapısal sınırları, internet aracılığıyla sergi kavramını değiştirip dönüştürürken ne kadar ileri gidilebileceği gibi konular tartışılmaya devam etti.
Sanal sergiler yaratan bir sistem olarak internetin “kanlı canlı” sergi karşısındaki avantaj ve dezavantajlarını iki boyutlu bir düzlemde tartışmamız gerekmektedir. Sergilenen eserin materyali tartışmanın ilk boyutunu oluştururken, internet sergisinin biçimi konunun ikinci boyutunu şekillendirmektedir.
İnternette sergilenen eserin esas olarak ne tarz materyallerle oluşturulduğu sorunu interneti bazı türdeki eserlerin sergilenişi bakımından dezavantajlı, bazı tür eserlerin sergilenişi bakımından ise avantajlı duruma getirmektedir. Sanal sergi özellikle yağlıboya tabloların, heykellerin, mimari eserlerin sergilenişi açısından sorunludur. Bu tarz eserlerin hepsinde (yağlıboya da dahil olmak üzere) doku, üçüncü boyut ve de büyüklük faktörleri eserin kendisini izleyiciye ifade edebilmesi açısından önem taşımaktadır. Oysa internet dokunun, büyüklüğün ve de üçüncü boyutun algılanması açısından sadece “temsili” bir açılım sağlayabilmektedir. 25 metre uzunluğundaki bir heykeli kendi gözlerimizle görmek yerine sözgelimi 25 cm. uzunluğundaki bir fotoğrafı ile yetinmek durumunda kaldığımızı, yağlıboya bir tablonun dokusunu başka formatlar üzerinden aktarılan piksellere bakarak algılamaya çalıştığımızı ve de üç boyutlu olmasını kanıksadığımız binaları ekran üzerinde iki boyuta indirgemek zorunda olduğumuzu göz önünde bulundurursak internetin bu tarz eserleri sergilemek açısından pek de verimli olmadığını kabul etmemiz gerekecektir. Heykellerin ve mimari eserlerin 3D modellemeleri ise ancak röprodüksiyonlar olarak kabul edilmelidir. 3D modeller orijinalin hissettirdiklerini hissettirmeye çalışsalar da en nihayetinde apayrı bir “şey” halini almışlardır. Bu bağlamda Eiffel kulesinin 3D modeli, kulenin kendisini imlemekle birlikte Eiffel’in kendisi olmamakta; sadece “Eiffel’in 3D modeli” olarak ayrı bir şey olarak algılanmaktadır.
İnternetin sergileme açısından en verimli olduğu türden eserler ise kendilerini “dijital yapıtaşları”yla oluşturan eserlerdir. Bu tarz çalışmalar belirli ve “gerçek” bir sergi alanına göndermede bulunmadıkları sürece internette sergilendiklerinde bulundukları ortamla aynı “alfabe”yi kullanmalarından ötürü herhangi bir anlam yitimine uğramamaktadırlar. Dijital olarak çizilmiş resimler, animasyonlar, video art çalışmaları ve 3d modeller bir sergi alanı olarak internete “gerçek” sergi salonundan daha çok yakışmaktadırlar.
Son olarak fotoğraf ilk grupla ikinci grup arasında yer almaktadır. Bir yanı “analog” dünyaya aitken, diğer yanı dijital dünyayla bütünleşme eğilimi gösteren bir sanat olarak fotoğraf iki sergileyiş tarzına da uyum göstermektedir. Kâğıt ve ekran arasındaki savaş özellikle son yıllarda ilkönce ateşkes, daha sonra da ittifakla sonuçlanmıştır. Dijital ortamdaki fotoğrafı kâğıda, film üzerindeki fotoğrafı ise dijital ortama aktarmak oldukça kolay hale gelmiştir.
Tartışmanın ikinci boyutunu ise internet sergisinin biçimi oluşturmaktadır. Bazı internet sergilerinin gündelik hayatta karşımıza çıkan türden sergiler gibi şekillendirildiğini gözlemliyoruz. Nasıl ki “gerçek” bir sergide içeri girip ve eserlere bakıp çıkıyorsak, bu tarz sitelere de tıklayıp çeşitli sanatçılar tarafından hazırlanmış olan eserlere veya “eserlerin resimlerine” bakıp çıkıyoruz. Bu sitelerin tek avantajı belki de ömür boyunca göremeyeceğimiz eserlere evimizden ulaşabilme imkânını bizlere tanıyor olması.
Bazı adresler ise bize bir yandan başkalarının galerilerini gezerken, diğer yandan da kendi galerimizi açıp ve eserlerimizi bütün dünyaya sergileme fırsatını sağlıyor. Bu tarz sitelerde başkalarının eserleri hakkında fikir beyan etmemiz ve oy kullanabilmemiz mümkün. Bu sanal sergi salonları eserlerini sergileme fırsatı bulamayan pek çok insan için önemli bir fırsat sunuyorlar; ama bir yandan da sergi salonu zihniyetini belki daha demokratik bir yerden ama yine de yeniden üretiyorlar ve “sergi salonu”nu aşmaya yönelik bir perspektifi önlerine koymuyorlar. Bu bağlamda gerçek hayatta karşımıza çıkan sanatın sergi salonuna hapsedilmesi sorunsalı sanal sergide de ortaya çıkıyor. Browserlarına www.digitalart.org ve/veya Google’a “dijital sanat” vs. gibi ibareler yazmadıkları sürece insanların size ulaşmasını sağlayabilmeniz mümkün olamıyor. Nasıl ki gerçek sergiler sanat camiasının aşık attığı, kendi içinde savaşlar yarattığı, aracın amaçla karıştığı alt gerçeklik alanlarıysa, sanal sergiler de benzer tarzda sanat alanları olmaktan ileriye gidemiyorlar.
Sanatı “hayatı dönüştürme/ hayatla birlikte dönüşme” aracı olarak tanımladığımızdan dolayı, nasıl ki mevcut “gerçek hayat- sanat/sergi alanı” ayrımını silikleştiren çalışmaları övüyorsak, aynı şekilde sanal âlemdeki “sanal gerçek hayat- sanal sergi alanı” ayrımını da silikleştiren çabaları önemsiyoruz. “İşte bu sanattır ve ben de bunu sanal sergi salonunda sergiliyorum!” diye bağıran çalışmalara karşı; bir şekilde karşımıza çıkan ve kendi içine bizi alan, tıklamalarımızla kendini değiştiren dönüştüren, içinde bulunduğu dijital ortamla uyum içerisinde olan ama aynı zamanda bize de ulaşabilen, “Sanatım ben!” demeyen ama besbelli sanatsal bir vizyona sahip olan çalışmalar hiç kuşkusuz “internet sergiciliği” açısından değil ama “internetin sergileyiciliği” açısından çok şey ifade etmekteler. Www.ghostcity.com, www.bram.org gibi pek çok site “gündelik sanal hayat”ın içerisinde bir yerlere konumlanmış bir şekilde keşfedilmeyi bekliyorlar.
Sanal dünya sanatsal açıdan kendi dijital kaynaklarını gerçekliğe etki eden bir altgerçekliğin yapıtaşları olarak tanımladığı, kullandığı ve başka alanlara sunduğu geniş paylaşım ve interaktivite olanaklarından bu alanda da yararlandığı ölçüde kendi gerçekliğini yaratabilecekmiş gibi gözüküyor. Her şeyin kesip yapıştırılabilir olduğu böylesine bir dünyada orijinalite ancak gerçekten “varolan”a, bütün o imgeler arasında yine de “yaşayan”a, Microsoft ağzıyla söylersek “kullanıcı”ya dokunabilmekten geçeceğe benziyor.
Deniz Yürür– Birgün Pazar