Fordizm/post-fordizm ekseninde süregiden tartışmayı kapitalizmin 1973 petrol krizi sonrasında almış olduğu yeni biçim üzerine yapılan tartışmalardan ayrıştırmak pek mümkün gözükmemektedir. Kapitalizmin yeni düzeniyle ilgili tartışmalar üstyapısal bir çerçevede modernizm/postmodernizm tartışmaları, altyapısal olarak da fordizm/post-fordizm tartışmaları olarak ikiye ayrıştırılabilir. Ne var ki ilk tartışmanın kopardığı gürültünün ikinci tartışmayı daha atıl durumda bıraktığı söylenebilir. Fordizm/post-fordizm kavram ikilisi, modernizm/postmodernizm kavram ikilisinden her zaman daha az ilgi görmüş ve tartışma her daim ikincisinin merkeze oturtulduğu bir aks üzerinden yürütülmüştür.
Fordizm/post-fordizm tartışmasını ele almamızın esas nedeni aslında son 35 yılda meydana gelen sosyal değişimlerin üretim biçimlerinde meydana gelen değişimlerle olan ilişkisinin, modernizm/postmodernizm tartışmasının tali yanlarından birisi olarak tanımlanıp göz ardı edilemeyecek derecede önemli olduğunu düşünmemizdir. Altyapı ve üstyapının diyalektik bir ilişki çerçevesinde birbirlerini belirlediklerini düşünüyoruz ve sırf bu düşüncemiz gereğince tartışmanın ana ekseninin ağırlıklı olarak üstyapısal bir çerçeveden tanımlanmasına karşı çıkıyoruz. Üstyapısal öğeler1 dikkate alınarak gerçekleştirilen tartışmanın altyapısal tartışmayla beslenmesi, mevzuya ilişkin düğüm noktalarını aşmak için malzeme sağlayacaktır. Bu bağlamda son 35 yıl boyunca çalışma yaşamında meydana gelen değişiklikleri sorgulamak, bu değişimleri gözlemlemek ve iş yaşamındaki bu farklılaşmaların üstyapıda ne gibi değişikliklere yol açtığını takip etmek önümüzü görebilmek için bir zorunluluk haline gelmiştir.
Bu zorunluluk ekseninde ilkönce geleneksel sanayi modeline, daha net bir tabirle fordizm-taylorizmin ne olduğuna, sonrasında ise post-fordizmin ne olduğuna bakmamız ve çalışmamızı sanayideki yeni eğilimlerin, sistemin kendisinde ne gibi değişikliklere yol açtığını belirterek bitirmemiz gerekmektedir.
Fordizm
Fordizm en genel anlamıyla tekniğin ve insan gücü kaynaklarının kütlesel tüketime yönelik üretim yapmak için kullanıldığı ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla kontrol edildiği bir sınai üretim tipidir.
Fordizm kavramına isim babalığı yapan kişi ABD’li otomobil sanayicisi Henry Ford’dur. Henry Ford kendisine büyük bir ticari başarı getiren Ford T modelini üretmek için bir üretim bandı oluşturmuş ve bir otomobilin üretim sürecinde yapılması gereken bütün işleri parçalayarak çok kapsamlı bir işbölümü şekillendirmiştir. Bu işbölümü çerçevesinde çalıştırılan çok sayıda işçinin her biri işin çok küçük bir kısmıyla uğraşmaktadır. Sözgelimi bir işçinin işini yapması için bu üretim bandında sürekli olarak sadece bir vidayı sıkması yeterli hale gelmiştir. Bu durum işçinin üretimin sadece küçük bir kısmı ile ilgili bilgi sahibi olmasına ve sürekli olarak yapmak zorunda olduğu rutin hareketlerin sonucunda işine yabancılaşmasına yol açmaktadır.
Fordist üretimde makinelerin ve üretim bandının kullanılması aynı tip üründen geniş ölçeklerde üretilmesini sağlamıştır. Kitlesel talebe yönelik yapılan kütlesel üretim önem kazanmış ve fordist modeli uygulayan işletmeler aynı ürünleri büyük ölçeklerde üretmek durumunda kalmışlardır. Yapılan büyük ölçekli üretim ve işin katı şekilde parçalara ayrıştırılması çok sayıda işçinin fabrikalarda çalışmasına yol açmıştır. Bu fabrikalarda çalışan işgücünün büyük çoğunluğu ise kalifiye değildir. Çünkü fordist üretim modeli içerisinde işçinin yapmak zorunda olduğu iş genellikle her insanın kavrayabileceği ve uygulayabileceği kadar basittir. Bu durum çalışanların çoğunun sadece asgari düzeyde eğitimli olmalarını yeterli kılmaktadır. Daha kalifiye elemanlar denetçi ve planlamacı olarak çalışmaktadırlar.2
İşin tam anlamıyla belirlenmesi zorunluluğu katı disiplin ve iş otoritesini de beraberinde getirmektedir. Bu anlamıyla fordist üretim yeri işi en ince ayrıntısına kadar planlayanlar ve prosedürleri sıkı sıkıya takip eden denetleyicilerle, planlanmış basit işleri yapmakla yükümlü olan kalifiye işçiler arasında bölünmüştür. Fordist üretimin yapıldığı işlik bu haliyle merkeziyetçi bir yönetim anlayışının hüküm sürmek durumunda olduğu bir yerdir. Hiyerarşik yapı, işlerin nasıl yapılacağını ve teknik aletlerin nasıl kurgulanacağını belirler ve çalışanları denetler. Üretim bandının hassasiyeti fordist işliğin yönetim anlayışının tümüne yayılır. Dikey yönde örgütlülük sıkı denetim için şarttır.
Bu çalışma modelinin başat üretim şekli olmasıyla, bir sistem olarak kapitalizmin benzer siyasal sistem geliştirmesi hiç kuşkusuz birbiriyle ilintilidir. Fordist-kapitalist üretim süreci, üretim ile tüketim arasında tam bir uyum sağlayacak bir yapı gerektirmektedir. Fordist üretim yapan bir kapitalist her daim arz talep dengesini kurabilecek istikrarlı bir sisteme gereksinim duyar, çünkü fordist üretim az çeşitte kütlesel üretim yapılan bir üretim şeklidir. Arz ile talep arasındaki uyumsuzluk, bu modelde her daim fazla sayıda malın elde birikmesine yol açacaktır.
Üretim ile tüketim arasındaki uyumun sağlanması için hiç kuşkusuz çalışanların fabrikada ürettikleri malları, mağazadan satın almalarını sağlayacak maaşa sahip olmaları gerekmektedir. Yüksek maaşlar tüketimi arttırır, artan tüketim de üretimin büyümesine yol açar. Sonuç olarak fordist modelin hüküm sürdüğü bir kapitalizm planlı ve istikrarlı büyümeyi önemseyen ve istikrarlı bir bütünlüğe vurgu yapan bir devlet modelini gereksindirir.
Planlı bir ekonomiden yana olan bu devlet modelinin tarihteki adı sosyal devlet olmuştur. Sosyal devlet kütlesel tüketimi garanti altına alacak, ulusal pazarı her türlü istikrarsızlıktan koruyacak bir mekanizmadır. Devlet, sınıflar arasındaki gelir bölüşümünü kontrol eder ve ekonomik uçurumun sistemin istikrarını bozacak kadar genişlemesine izin vermez. Bu anlamda sosyal devlet toplumun büyük çoğunluğu için bir “refah devleti”dir. Refah devleti vatandaşlarının asgari düzeyde sosyal ve ekonomik haklarını elde etmeleri için gereken zemini sunar ve aynı zamanda kendine sınıflarüstü bir hakem olma misyonu biçer. Devletin kendine biçtiği bu rol onun ulusal çıkarları ve istikrarı korumak namına zaman zaman ekonomiye müdahale etmesine imkan verir. Ekonomik müdahale sosyal devletin olmazsa olmazlarından birisi olarak tanımlanabilir. 3
Fordist üretim sistemini uygulayan bir kapitalist için arz-talep dengesi ve istikrar en önemli ihtiyaçtır. Bu koşulları oluşturmak ve korumakla yükümlü olan sosyal devlet ise her daim makro ekonomik planlar yapmak ve büyümeyi garanti altına almak durumundadır. Kalkınma planlarının fordist üretimin yaygın olduğu zamanlara özgü retoriksel niteliği tesadüf değildir. Benzer bir şekilde sosyal devletin tam istihdam sağlamaya yönelik politikaları ile fordist üretim biçiminin kütlesel üretim için niteliksiz işgücüne olan ihtiyacı da bir bütünlük oluşturmaktadır.
Fordist üretim biçimi pek çok sayıda işçinin aynı fabrika içerisinde çalışmasına, yemek yemesine, belirli zamanlarını geçirmesine ve hatta zaman zaman da aynı yatakhanede uyumasına imkan sağlar. Çok sayıda işçinin yan yana çalışması ve birlikte uzun zaman geçirmeleri sonucunda fordist üretim birimleri işçi sınıfının ekonomik ve siyasal örgütlenme faaliyetlerinin gelişmesine yol açmıştır. Bu durum sosyal devlet anlayışıyla da birleşince fordist üretim merkezleri sendikaların en güçlü olduğu alanlar haline gelmişlerdir. Bu durum daha sonraları burjuvazinin en şikayetçi olduğu konulardan birisi olmuştur.
Post-fordizm
Fordist üretim biçimi özellikle 60’lı yılların sonlarına doğru tıkanmaya başlamıştır. Bu yıllarda orta sınıflar sosyal politikalar sonucunda genişlemiş ve daha iyi ekonomik koşullara sahip olmuşlardı. Bu durum kütlesel olarak üretilen mallara olan talebin doymasına ve kütlesel üretimin iç ve dış pazarlarda meydana gelen ani talep değişikliklerine cevap verememesine yol açmıştır.
Fordist üretim mekanizmalarının teknolojik donanımlarının sadece aynı tip ürünlerin kütlesel üretimine uygun olmaları, üreticilerin talepteki farklılaşmayı karşılama konusunda güçlüklerle karşılaşmasına sebebiyet vermiştir. Farklı türde talepleri karşılayabilmek ancak üretim birimlerinin ürün çeşitliliği sunmasına ve üretim biriminin miktar bazında bu çeşitliliği sağlayabilmek için kendini hızlı bir şekilde yeniden yapılandırmasına bağlıdır. Bu yeniden yapılandırmanın olanaklı olması için ise teknolojik donanımın taleplerdeki değişimi karşılayacak kadar esnek olması gerekmektedir, fakat fordist üretim mekanizması gerek yönetsel, gerekse de teknik olarak bu esnekliği sağlamaktan uzaktır.
Benzer bir şekilde fordist üretimin sendikalaşmaya imkan tanıyan yapısı ve sosyal devlet politikalarının işçi hakları konusundaki tutumu günden güne işçi sınıfı hareketlerinin ve sendikaların güç kazanmasına yol açmıştı. İşçi sınıfının özellikle sendikalar aracılığıyla elde ettiği kazanımlar kapitalistin kar marjlarının düşmesine ve endüstri ilişkilerinde burjuvazinin aleyhinde bir pozisyonun oluşmasına sebebiyet veriyordu.
60’lı yılların sonu ve 70’lerin başıyla hızlanan fordist kriz farklı türden bir üretim biçiminin yaygınlık kazanmaya başlamasına yol açtı. “Esnek üretim” olarak da adlandırılan bu yeni tip üretim tarzı işi olabildiğince bölümleyen ve kütlesel üretim yapmak amacıyla tam bir kontrol sağlayan fordist üretimin farklılaşmasını ve zaman içerisinde evrilmesini sağladı.
Fordizmin kütlesel üretim yapmaya yönelik teknolojik donanımı, taleplerdeki değişikliğe göre farklılaştırılabilecek bilgisayar kontrollü esnek bir teknolojik donanımla değiştirildi. Yeni tip donanım sayesinde eskisine oranla daha küçük miktarlarda, ama daha fazla çeşitte mal üretebilmek olanaklı hale geldi. Artık aynı teknik donanım üretilecek mala göre sökülüp, yeniden takılabiliyor ve hızlı bir şekilde yeniden programlanabiliyordu.
Pek çok sektörde kütlesel üretimden vazgeçilmek durumunda kalınması üretim birimlerinin de devasa fabrikalardan daha küçük ölçekli işletmelere ve çalışma alanlarına doğru kaymasına yol açtı. 1970’lerde sınai üretimin merkezi yapısı dağılmaya ve üretim özellikle “üçüncü dünya ülkesi” olarak tarif edilen ülkelere doğru kaymaya başladı. Fordist üretim modelinde bir ürünün bütün parçaları genellikle aynı fabrikada üretiliyordu. Post-fordizm ile birlikte malı oluşturan parçaların dünyanın farklı bölgelerindeki küçük üretim birimlerinde, fason iş ilişkileri çerçevesinde üretilmesi durumu ortaya çıktı.4 Bu sayede bir ürünü oluşturan parçaların her biri daha küçük işletmeler ve taşeron kuruluşlarca daha ucuza üretiliyordu. Küçük işletmeler tarafından üretilen parçalar merkez ülkelerde bulunan montaj fabrikalarında birleştirilip pazara sunulmaya başlandı. Hatta sonraki yıllarda pek çok büyük şirket montaj fabrikalarını, montaj işlemini de daha ucuza mal edebildikleri ülkelere taşımaya başladılar.
Büyük şirketlerle küçük işletmeler arasında oluşan bu işbölümü esasında büyük şirketlerin çıkarına olmaktadır. Küçük işletmeler işin sadece belirli bir kısmında uzmanlaşabilmekte ve üretimin bütününün bilgisine yine sadece büyük şirket sahip olmaktadır. Malın bitmiş halini elinde bulundurup piyasaya sunan büyük şirket, küçüklere karının bir kısmını aktarırken, en büyük payı -hatta diğerlerine verdiği payın çok daha fazlasını- kendine ayırmaktadır. Bu haliyle post-fordist üretim stratejisinin küresel ölçekte adaletli bir dağılım yarattığını söylemek mümkün gözükmemektedir. Üstelik büyük şirketler kar hadlerindeki en ufak bir düşüşte bir ülkeden çekilip, başka bir ülkede üretimlerine devam edebilmektedirler. Bu hareket tarzı onlar için avantajlı bir durum oluştururken, çoğu zaman küçük işletmeler ve ülke ekonomileri için sorunlar yaratmakta ve gerek ekonomik, gerekse de sosyal açıdan istikrarsız bir ortamın doğmasına yol açmaktadır.
Fordizmin en büyük eksilerinden birisi olan yüksek stok yapma zorunluluğu post-fordist üretim tarzının aştığı bir noktadır. Kütlesel üretim yapan fordist fabrikalar, ürettikleri çok sayıdaki malı stoklamak ve sürekli olarak stokları eritmeye yönelik pazarlama teknikleri bulmak durumundadırlar. Oysa esnek üretimle birlikte gelen “just in time – tam zamanında” anlayışıyla, esnek teknik donanımla birlikte daha küçük ölçekte üretim ve dolayısıyla daha küçük ölçekli stoklama da mümkün hale gelmiştir. Bu sayede şirketler büyük depolar kiralama sıkıntısından kurtulmuşlardır.
Daha esnek ama daha karmaşık olan teknik donanımın sürekli olarak yeniden kurgulanması ve programlanması zorunluluğu işgücünde de farklılaşmaya yol açmıştır. İş yaptığı makine üzerinde çok fazla denetimi olmayan, makineyi kullanmak yerine neredeyse makine tarafından kullanılan niteliksiz işçinin yerine; teknik donanım üzerine daha fazla bilgisi olan, birden fazla işi yapmak için eğitim görmüş, beceri düzeyi daha yüksek olan kalifiye elemanlar daha çok tercih edilir olmuşlardır.
Fordist üretim tarzı için gereken çok sayıda niteliksiz işçi çalıştırma zorunluluğu yerine daha az sayıda nitelikli işçinin çalıştırılması durumu, eğitimli çalışanlarla daha niteliksiz çalışanlar arasında bir ücret ve hak uçurumunun doğmasına sebebiyet vermiştir. Kalifiye elemanlar diğerlerinden çok daha yüksek maaş alırken, sosyal olarak da daha fazla işgüvencesine de sahip olmuşlardır. Niteliksiz elemanların maaşları ise süreç içerisinde düşmek durumunda kalmıştır ve işçi sınıfının kendi çıkarları için savaşımı sonucunda elde ettiği pek çok sendikal hak budanmıştır. Bu durum çalışan sınıf içerisinde farklı türden bir hiyerarşi, bir ayrım doğurmuştur.
Daha yüksek ücret alan, eğitimli çalışanlar fordist üretim biçiminin gerektirdiği katı, dikey işbölümünden sıyrılıp, daha yatay iş ilişkilerinin içerisine girme fırsatı bulmuşturlar. Bu tip çalışanların üretim sürecinin farklı aşamalarında kullanılmaya başlanması, kafa ile kol emeğini birbirinden ayırmaya dayalı taylorist yönetim modelinin de en azından üst kademelerde değişmesine yol açmıştır. “Toplam kalite yönetimi” gibi yöntemler aracılığıyla çalışanların üretim süreci üzerinde daha fazla söz söyleme hakkı oluşmaya başlamıştır. Bir çalışanın üretim sürecinin birden fazla yerinde müdahale etme zorunluluğu, karar mekanizmasının da gevşemesine ve daha rutin bir işbölümüne dayalı taylorist tarzdan daha dinamik bir işbölümüne geçilmesine imkan vermiştir. Aktif katılım anlayışı, ekip olarak çalışma, birlikte karar verme gibi yöntemler görece daha “demokratik” iş ilişkilerinin oluşmasını sağlamıştır.
Bu “demokratikleşme” çalışan kesimin tümüne yönelik değildir elbet. Kapitalist üretim tarzının doğası gereğince de bu demokratikleşmenin tam olarak gerçekleşmesi mümkün gibi gözükmemektedir. Atkinson’a5 göre post-fordist üretim tarzı işçiler arasında üç kutbun oluşmasını sağlamıştır: Birinci kutup merkez işçiler(core workers) olarak adlandırılan eğitimli, yüksek maaş alan kalifiye işçilerden oluşmaktadır. Bu işçilerin iş güvenceleri ve çeşitli sosyal hakları bulunmaktadır. Atkinson’a göre ikinci kutbu ise ilkinin nerdeyse tam zıddını oluşturan çevre işçiler (periphery workers) oluşturmaktadır. Çevre işçiler oldukça düşük ücretlere çalıştırılan; iş güvencesi, sosyal ve sendikal hakları ya hiç olmayan ya da az olan çalışanlardır. Bu işçiler özellikle merkez işçilere göre işgücü niteliği düşük ve kalifiye olmayan elemanlardır. Üçüncü grup ise merkez işçiler ve çevre işçiler kutupları arasında yer alan; farklı düzeylerde eğitime, maaşlara, iş güvencesine, sosyal ve sendikal haklara sahip olan yarı çevre işçilerdir.
Bu tanımlama çerçevesinde, çevre işçiler fordist üretim biçiminde kütlesel üretim yapan niteliksiz işçilere benzemektedirler. Aradaki en önemli fark bu tip işçilerin günümüzde eskiye oranla daha düşük maaşla, daha zorlu çalışma koşullarında, sosyal ve sendikal haklardan yoksun ve güvencesiz olarak çalışmak zorunda olmalarıdır.
Postfordizmin sonuçlarından birisi olarak gösterebileceğimiz çevre işçiler, aslında esnek üretim tarzının esnek istihdamı zorunlu kılması yüzünden sorunlar yaşamaktadırlar. “Just in time” modelindeki esnek üretim talepteki dalgalanmalara göre işçi istihdam edilmesini önüne koymaktadır. Tam istihdamı önemseyen fordist üretim tarzı ve sosyal devlet anlayışının tersine sürekli işsizlik; gerek ücretlerin aşağıya çekilmesine, gerekse de kitlelerin ancak zaman zaman iş bulabilmelerine ve güvencesi bulunmayan işlerde çalışmak durumunda kalmasına yol açmaktadır. Niteliksiz işçilerin senenin belirli zamanlarında veya part-time olarak iş bulmaları üretim tarzının doğal bir sonucu olarak görülebilir. Bu durum toplumun sosyal dokusunu daha da parçalı ve kırılgan bir hale getirmektedir. Fordist dönemin kendi geleceğini güvenceye almış olan işçi modelinin tersine, sürekli olarak iş arayan ve iş bulduğunda da kendini güvende hissetmeyen bir işçi modeli oluşmuştur. Pollert esnek istihdamın aslında sermayenin emek üzerindeki sınırsız denetimi olduğunu vurgulamaktadır.6
Post-fordist Yöntemler Olarak Toplam Kalite Yönetimi ve Kalite Çemberleri
“Toplam kalite yönetimi”, teorik düzeyde postfordizm olarak tanımlanan üretim tarzının pratikteki uygulama yöntemlerinden birisi olarak özellikle son yıllarda çok kullanılan bir kavram olarak bizim için önem taşımaktadır. Toplam kalite yönetimi anlayışı, en genel olarak fordist işletmelerdeki taylorist yönetim anlayışının karşısına çıkarılan ve bu yöntemlerin hiyerarşik yapısının karşısında aktif katılımı ve yatay türdeki bir işbölümünü öne süren bir yaklaşımdır.
Toplam kalite yönetimi anlayışına göre fordist işletmelerdeki sistem baskıyı tabandaki çalışanların üzerinde toplamaktadır. Çalışanlara sıkı sıkıya belirlenmiş bir iş veren ve bütün denetimi yapının üst kademelerindekilere bırakan hiyerarşik bir anlayış olarak taylorizm eleştirilmektedir. Fordist işletmelerin hantal yapısı yüzünden işletmeler piyasadaki değişimleri algılamakta ve gerekli değişimleri gerçekleştirmek konusunda çoğu zaman başarısız olmaktadırlar. Üstelik işletme içinde zamanla oluşan kastlar çalışanlar arasında çeşitli sorunlar çıkmasına yol açmaktadır.
Toplam kalite yönetimi anlayışı temel olarak giderlerin azaltılmasını ve gelirlerin artmasını önüne koyan yönetim anlayışını, aslında sorunun özüne inip çözmekten çok, anlık başarılarla problem yaratan noktaların üzerini örtbas ederek ve baskıyı sürekli olarak en aşağıdaki çalışanlarda yoğunlaştırarak daha büyük sorunların oluşmasını sağlayan bir yaklaşım olduğundan dolayı eleştirmektedir. Toplam kalite yönetimi, sorunu gelir-gider perspektifinin dışına çıkarmayı ve daha geniş bir bakış açısından problemlerin nelerden kaynaklandığını analiz etmeyi; bu noktalarda anlık müdahalelerde bulunmayı önüne koyduğunu iddia etmektedir. Bu analizin bir ayağı doğal olarak belirli ekonomik kıstaslara dayanırken, diğer yandan da sosyal ve yönetimsel bilgilere de dayanmaktadır.
Toplam kalite yönetimi anlayışı fordist işletmelerde uygulanagelen emir-komuta zincirini esnetip, hiyerarşik bir anlayışın ötesine geçip, çalışanlara işle ilgili sorumluluk dağıtmayı önüne koymaktadır. Buna göre kuruluşun performansını arttırmak için çalışanlar belirli gruplara ayrılmakta ve takım çalışmasının genel iş yaşantısının kilit kavramı haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Her grubun başında bulunan takım koçu çalışanlarda takım ruhu oluşturmak için çalışmaktadır. Bunun için ise eğitim döneminden başlayan çeşitli uygulamalardan faydalanılmaktadır. Bu uygulamaların temelinde takımın aldığı görevi başarıyla yerine getirebilmesi için neler yapılması gerektiğinin tartışıldığı fikir paylaşım toplantıları yatmaktadır. Bu toplantılarda çalışanlar fikirlerini takım arkadaşları ve koçlarıyla paylaşmakta ve ortak bir çözüm önerisi bulmak için çabalamaktadırlar. Bu tartışmalar sonucunda takım ürettiği çözüm önerisini pratikte uygulamaya ve verilen görevin üstesinden başarıyla gelmeye çalışmaktadır.
Toplam kalite yönetimi anlayışının temelinde çalışanların konuyla ilgili söz hakkı sahibi olması yattığı savlanmaktadır. Bu sayede bir aidiyet duygusu oluştuğu ve takımın her bir üyesinin aldığı sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeye çalıştığı vurgulanmaktadır. İşe başlama sürecinde herkesin birkaç turda fikirlerini beyan ettiği “beyin fırtınası” yönteminin haricinde; sorunların ilkönce sırayla yazılıp, sonradan önem sırasına göre sıralandığı nominal grup tekniği, olan ile olması gerekenin karşılaştırıldığı akış diyagramı tekniği, çeşitli alan analizleri ve işin ne durumda olduğunun bütün takım tarafından görülebildiği kontrol tablosu oluşturma yöntemleri gibi pek çok farklı yöntem uygulanmaktadır.
Bu anlayışın kilit noktalarından birisi ise “müşteri memnuniyeti” olarak adlandırılmaktadır. Müşterinin beklenti ve talepleri sürekli olarak önplanda tutulmaya çalışılmakta ve üretim müşterilerden alınan geribildirim sonucunda yeniden şekillendirilmektedir.
Müşterilerden elde edilen geribildirimler sonucunda elde edilen veriler ve piyasa verileri ışığında üretimin farklılaştırılması gerektiğinde durum bütün takımlara aktarılmakta ve bu değişimin gerçekleştirilmesi için takım koçları aracılığıyla konsensüs sağlanmaktadır. Yeni tarzdaki üretim için gerekli olan eğitim çalışanlara verildikten sonra, takımlardan fikirler alınmakta ve yetkiler yeniden dağıtılmaktadır.
Bu kalite politikası her şeyden önce iş proseslerini sadeleştirmeyi ve daha “başarılı” bir üretim şekline geçmeyi önüne koymaktadır. Aşırı kaynak harcamalarının önüne geçmek suretiyle işletmenin karlarını arttırması birincil hedeflerden birisi olarak tanımlanmaktadır. Bunun için de çalışanların sürekli olarak yeni işlere göre eğitilmesi oldukça önemlidir.
Kalite çemberi anlayışı ekseninde tüketici ihtiyaçlarından yola çıkarak amaca ve beklentilere uygun bir üretim gerçekleştirilerek üretimin talebe uygun hale getirilmesi hedeflenmektedir. Kalite çemberi işletmenin üretimini pazar ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde sürekli olarak dönüştürmesini sağlamaktadır. Buna göre piyasa araştırmalarından elde edilen veriler durumun değerlendirilmesinde ve ürünlerin talepler doğrultusunda geliştirilmesinde kullanılmaktadır. Ürün geliştirme işi hammadde durumuyla bağlantılı bir şekilde kurgulanmaktadır. Ürünlerin teorik düzeyde ne şekilde farklılaştırılacağı tasarlandıktan sonra imalat mühendisliği kısmına geçilmektedir. Bu aşamada personelin yeni üretim için eğitimi verilmekte, genel hazırlıklar yapılmakta ve teknolojik donanımın yeni tipte üretime hazır edilmesi sağlanmaktadır. Eksiklerin giderilmesinin ve hammaddelerin satın alınmasının ardından üretim faaliyeti yeni hususlara göre yürütülmektedir. Yeni ürünlerin denetimi tamamlandıktan sonra ise pazarlama teknikleri kararlaştırılmakta ve mal piyasaya sürülmektedir. Teknik servis aracılığıyla ürünün negatif yanları gözlemlenmekte ve üretim yeni piyasa araştırmalarına göre yeniden şekillendirilmektedir. Bu döngü sürekli tekrarlanmakta, işletme kendisini ve ürünlerini müşterinin taleplerine göre sürekli olarak yeniden yapılandırmaktadır.
Toplam kalite anlayışını savunanlar bu tekniklerin hem çalışanların, hem yöneticilerin, hem de müşterilerin daha memnun hissetmelerini sağladığını vurgulamaktadırlar. Bu anlayışın Taylorist sistemden çok daha demokratik ve işlevsel olduğunun altını çizip, işçinin sürekli aynı işi yapmasından doğan memnuniyetsizliğini ve yabancılaşmasını onu işin içine daha fazla katarak aşabileceklerini savlamaktadırlar.
Fordizm mi, Post-fordizm mi?
Fordizm/post-fordizm analizlerinde genellikle iki farklı üretim biçiminin hem tarihsel hem de düşünsel olarak uçlaştırıldığını ve en azından teoride iki ayrı kutup varmış gibi davranıldığını gözlemliyoruz. Bu tipte bir uçlaştırmanın gerçekliğini pratikte görebilmek oldukça zordur, çünkü günümüzde iki tipte üretim de iç içe geçmiş bir şekilde sürmeye devam etmektedir. Bunun sebebi genellikle bazı sektörlerin bu iki eğilimden birisini yapısal olarak sürdürmeye zorunlu olmasıdır. Mesela madencilik, enerji, demir-çelik üretimi gibi diğer sektörlere hammadde sağlayan ağır sanayi kuruluşlarında ürün çeşitliliğinin az olması sektörün doğasından kaynaklanan bir faktördür. Dolayısıyla bu sektörlerde üretim hala kütlesel olarak yapılmaktadır. Üstelik bu sektörlerdeki kütlesel üretime karşı, kütlesel talep piyasadaki başka sektörlere oranla çok daha istikrarlı durumdadır. Bu alanlarda “just in time” modeli üretim diğer alanlardaki gibi uygulanamamaktadır. Üstelik stok yapma anlayışının önüne geçilmesi veya üretimin daha küçük ölçekteki üretim birimlerine dağıtılması yakın gelecekte de çok mümkün gözükmemektedir. Bu sektörlerdeki karlılık da üretimin kütlesel olmasına bağlıdır.
Diğer taraftan tekstil gibi sektörler çok uzun zamandan beri ağır sanayi sektörlerine göre çok daha esnek türde üretim yapmaya yapısal olarak meyillidirler. Bu alanlarda ürün çeşitliliği işletmenin kar sağlaması ve büyüyebilmesi için önemli bir faktördür. Üretimin talebin iniş ve çıkışlarına duyarlı olması zorunluluğu bu alanlardaki yöneticiler için uzun zamandır bilinen ve gözetilen bir gerçek haline gelmiştir. Dolayısıyla bu tip sektörler her zaman için diğerlerine göre çok daha esnek bir üretim anlayışına sahiptirler.
Somut durum fordizm/post-fordizm kutuplaşmasının pratikte çok da geçerli olmadığını göstermektedir, fakat bu günden güne daha çok şirketin post-fordist üretim tarzını benimsediği gerçeğini görmezden gelmemize de yol açmamalıdır. Bazı alanlar yapıları gereği fordist üretim tarzından vazgeçemeseler de pek çok alanda toplam kalite yönetimi ve kalite çemberi anlayışı yayılmaya ve uygulanmaya devam etmektedir. Pek çok çokuluslu şirket üretimini başka ülkelerdeki küçük işletmelere kaydırmış durumdadır ve üretimini bölümlendirmeye günden güne devam etmektedir.
Fordizm/post-fordizm kavramsallaştırmasını doğru bir zemine oturtmak için bu iki kavramın pratikte tam bir zıtlık oluşturmadığını görmek gerekiyor. Her şeyden önce fordizmden post-fordizme geçişin bir süreç meselesi olduğunun ayırtına varmalı ve tarihi bir bıçakla ikiye yarma eğiliminden vazgeçmeliyiz. Bunun sonrasında sürecin post-fordizmin lehine işlediğini de okumalı, fakat bu okumayı en azından yakın zamanda fordizmin tam olarak yok olacağı savına kadar uçlaştırmamalıyız. Günümüzde fordizmin etkisini kaybetmekle birlikte yine de önemli ağır sanayi sektörlerinde etkisini koruduğunu gözlemleyebiliyoruz. Sanıyorum ancak soğukkanlı bir okumayla gerçekliğin bize sunduğu verilerden faydalanabiliriz.
Sonuç
Metnimizin başında Fordizm/post-fordizm ekseninde dönen tartışmanın modernizm/postmodernizm tartışmasından ayrıştırılamayacağını belirtmiştik. 70’lerde başlayan büyük dönüşümü anlamlandırabilmek için yapılan tartışmaların ana ekseninin modernizm/postmodernizm tartışması olması, dönüşümün esas olarak tek yönlü bir şekilde, üstyapısal incelemelerle algılanmaya çalışılmasına ve teorinin pek çok yerde güdük kalmasına yol açmaktadır.
Altyapı ile üstyapı arasında diyalektik bir bağ bulunduğu kabul edilirse ekonomik hayatta meydana gelen değişimlerin, olan biteni anlamak için önem arz ettiği ortadadır. Bu çerçeveden fordist üretim tarzıyla sosyal devlet arasındaki ilişki ile, post-fordist üretim tarzıyla çözüldüğü söylenen ulus devlet ve küreselleşme ilişkisi irdelenmelidir.
Nasıl ki fordist üretim tarzının kütlesel talebe karşı, kütlesel üretim yapan anlayışı ulus devletin iç ve dış pazarların net bir şekilde sınırını çizmesini gerektiriyor ve ekonomiye devlet müdahalesinin önünü açıyorsa; post-fordist üretimin yaygınlaştığı bir çağda uygulanan neoliberal politikalar da devletin küçülmesi ve pazarların sınırlarının eski netliğini kaybetmesinin önünü açmaktadır. Bir üstyapı öğesi olarak tanımlayabileceğimiz devletin altyapıdaki değişimlere koşut giden bu değişimi kültür, sanat ve sosyal ilişkiler gibi diğer üstyapı öğelerinde gerçekleşen değişimlerle de paraleldir. Öyle ki “bir üretim tarzı içinde üretici güçler ile üretim ilişkileri birbirine uyumludur ve bunun sonucu olarak da, üretim ilişkileriyle ideolojik, hukuki ve diğer toplumsal ilişkiler arasında bir uyumluluk söz konusudur.”7
Farklı bir kapitalist anlayışla küçültülen ulus devlet, sermayenin yeni dönemdeki yeni ihtiyaçları doğrultusunda sosyal devlet olma özelliğini yitirmekte ve tıpkı esnek üretimde olduğu gibi daha “esnek” bir yapıya dönüşmektedir. Bu haliyle ulus devletler sınıflarüstü hakem olma rollerini günden güne yitirmekte ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda kamusal alandaki yetkilerinin daraltılmasına izin vermektedirler. Bu durum en çok çalışan kesimlerin aleyhinde işlemektedir. Sosyal harcamalarını günden güne daha fazla kısan devlet; sigorta, sağlık, eğitim gibi önemli alanlardaki yatırımlarından ve uygulamalarından vazgeçmekte ve bütün alanları sermayenin insafına bırakmaktadır. Bu sektörlerdeki özelleştirme politikaları çalışan kesimlerin en önemli yaşamsal haklarının ellerinden alınmasına ve sermaye karşısında daha da korunaksız hale gelmelerine yol açmaktadır.
Fordizmin kütlesel üretiminden, post-fordizmin esnek çalışma, geçici veya part-time işçilik modeline geçiş, sosyal devletin tam istihdam politikalarından neoliberal ekonomi politikaları uygulayan ve sistemin yapısı gereğince işsizliğin önünü almayan bir devlet modelinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durum ise günden güne daha fazla insanın işsiz kalmasına ve kitlelerin daha zor koşullarda, daha düşük ücretlerle geçici olarak iş bulmak zorunda kalmalarına yol açmıştır. Yüksek işsizlik oranı bir yandan kapitalistlerin kar marjlarının yükselmesine imkan verirken, diğer yandan da kalifiye azınlığın haricinde geniş bir yoksul kesimin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum varlıklı kalifiye bir sınıfla, geniş yoksul kitleler arasında geniş ve derin bir gelir uçurumunun oluşmasını sağlamıştır. Neoliberal politikalar uygulanmaya devam ettiği sürece bu uçurumun günden güne daha fazla derinleşeceği maalesef rahatlıkla öngörülebilmektedir.
Fordist üretim tarzının sendikalaşmaya imkan veren yapısının, parçalı ve esnek üretim yapan post-fordizme doğru evrilmesi çalışanların sendikal haklarının günden güne ellerinden alınmasına ve tablonun çalışanların aleyhinde, işverenlerin lehinde şekillenmesine sebebiyet vermiştir. Bu durum geniş çalışan kesimlerin haklarını korumak için en önemli ekonomik araçlardan birisi olan sendikaların sadece fordist uygulamaların devam ettirildiği alanlarla sınırlı kalmasına ve geniş kitlelerin her türlü haktan yoksun bir şekilde çalışmayı kabul etmek zorunda kalmasına yol açmıştır.
Ayrıca toplam kalite yönetimi gibi post-fordist uygulamalar sadece kalifiye elemanlarla sınırlı kalmakta ve niteliksiz işçi olarak tanımlayabileceğimiz geniş işçi kesimlerine uygulanmamaktadır. Üstelik toplam kalite yönetimi anlayışı her ne kadar şirket içerisinde demokrasiyi sağladığını savlasa da en nihayetinde son sözün yöneticilerde ve daha da ötesinde patronda olduğu ortadadır. Dolayısıyla bu uygulamalar bütün işçileri kapsayacak şekilde genişletilse bile özel mülkiyete tabi bir kuruluşun tam anlamıyla demokratik olabileceğini savlamak imkansız gözükmektedir. Her ne kadar takımdakilerin fikirlerini beyan etmelerine izin verilse de hiçbir çalışanın verilen görevi sorgulama, bu görevi reddetme veya tamamen değiştirme özgürlüğü bulunmamaktadır. Bu yöntemlerin pek çok çalışanda sıkı bir rekabet duygusu oluşturduğu göz önünde bulundurulduğunda birlik oluşturmaktan çok bireysel bölünmelere yol açtığı da düşünülmelidir. Yine pek çok çalışanın “sözde” takım ruhuna ne kadar inandıkları ve kendilerini ne kadar şirketlerine adadıkları da bir diğer tartışmalı noktadır.
Saydığım hususlar sonucunda fordizm/post-fordizm tartışması içerisinde iki üretim tarzından herhangi birisinin yanında olmak mümkün gözükmüyor. Fordizmin hiyerarşik yapısı ve insanları robotlaştırıcı üretim tarzını savunmak mümkün olmadığı gibi, aynı şekilde post-fordizmin toplam kalite yönetimi anlayışı da çalışanlara gerçek bir özgürlük vaat etmekten çok uzak gözüküyor. Her ne kadar taylorist yönteme göre daha insancıl olduğu savlansa da post-fordizm özellikle esnek istihdam politikalarını dayatması yüzünden öenmli sorunlar çıkarttığı rahatlıkla görülebilir. Kısacası iki üretim tarzının da kendilerine göre artı ve eksi noktaları var. Sanıyorum ki yapılması gereken bu kamplardan ikisi arasında bir seçim yapmaktan öte; ikisinin de bilgisine ve tarihsel evrimine vakıf olarak, artı ve eksi yanlarını gözeterek yepyeni bir gelecek perspektifi kurgulamaya çalışmaktır. Bu perspektif hiç kuşkusuz kolektif bir şekilde kurgulanacaktır.
Deniz Yürür
KAYNAKÇA
*Denis, Henri, EKONOMİK DOKTRİNLER TARİHİ. Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1997.
*Erdut, Zeki, KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA ULUSLAR ARASI SOSYAL POLİTİKA VE TÜRKİYE. Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 2002.
*Hobsbawm, Eric, KISA 20. YÜZYIL- AŞIRILIKLAR ÇAĞI. Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996.
*Jackson, Michael P., SENDİKALAR. Öteki Yayınevi, Ankara, 1996
*MARKSİST DÜŞÜNCE SÖZLÜĞÜ. Hazırlayan: Tom Bottomore, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
*Marx, Karl, LOUİS BONAPARTE’IN 18 BRUMAİRE’İ. Sol Yayınları, Ankara, 1998.
*Munck, Ronaldo, ULUSLARARASI EMEK ARAŞTIRMALARI. Öteki Yayınevi, Ankara, 1995.
*Suğur, Nadir, Fordizm, Post-fordizm ve Ötesi.
Dipnotlar:
1 “Mülkiyetin değişik biçimleri üzerinde, toplumsal varlık koşulları üzerinde, özel olarak biçimlenmiş izlenimlerden, duygulardan, hayallerden, düşünüş tarzlarından ve felsefe anlayışlarından oluşmuş bütün bir üstyapı yükselir. Sınıfın tümü, bunları yaratır ve bu maddi koşullar ve bunlara tekabül eden toplumsal ilişkiler temeli üzerinde, bu üstyapı öğelerini biçimlendirir. Bunları gelenek yoluyla ya da eğitim yoluyla edinen birey, bu üstyapı öğelerinin, gerçek belirleyici nedenleri oluşturduklarını ve kendi eyleminin hareket noktası olduklarını sanabilir.” Karl Marx, LOUİS BONAPARTE’IN 18 BRUMAİRE’İ. Sol Yayınları, Ankara, 1998, s.111
2 “Gelişmiş sanayi ülkelerinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan taylorizm emek sürecinde planlama ve yürütme arasındaki bir ayrıma, yani kafa emeği ile kol emeği ayrımına dayandırılmaktaydı.” Munck, Ronaldo, ULUSLARARASI EMEK ARAŞTIRMALARI. Öteki Yayınevi, Ankara, 1995, s.118
3 “Kapitalist ülkelerin savaş sonrası büyük ekonomik başarı öyküleri, nadir istisnalar (Hong Kong) dışında, hükümetlerin desteklediği, denetlediği, yönlendirdiği ve bazen planladığı ve yönettiği sanayileşmenin öyküleridir.” Hobsbawm, Eric, KISA 20. YÜZYIL- AŞIRILIKLAR ÇAĞI. Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 312
4 “Otomobil üreticileri tüm faaliyetlerini dünyada parça üreten taşeronlara yayarak, dünya ölçeğinde bu ağ stratejilerini uygulamaya koymaktadır.” Erdut, Zeki, KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA ULUSLAR ARASI SOSYAL POLİTİKA VE TÜRKİYE. Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, 2002, s.12
5Atkinson, J., FLEXİBİLİTY, UNCERTAİNTY AND MANPOWER MANAGEMENT, 1984. Aktaran: Suğur, Nadir, Fordizm, Post-fordizm ve Ötesi, s.9
6 Pollert, A., Dismantling Flexibility, CAPİTAL AND CLASS, 1988. Aktaran: Suğur, Nadir, Fordizm, Post-fordizm ve Ötesi, s.9
7 Harris, Laurence. Marksist Düşünce Sözlüğü, İletişim Yayınları(İstanbul, 2001), s.609